Kuzey Almanya’da Sevimli Bir Şehir: Rostock

 

Neresidir Bu Rostock?



Rostock, Almanya’nın kuzeyinde, Mecklenburg-Vorpommern eyaletinde bulunuyor. Baltık Denizi’ne kıyısı olan, 200.000 nüfuslu, küçük, tarihi, samimi bir şehir. Berlin’den normal hızda bir trenle 2 saat 40 dakika içerisinde gidilebiliyor.

Hadi Başlayalım…

1. Unterwarnow

İstasyondan şehrin merkezine ulaşım tramvayla 10 dakika. Tramvaydan indikten sonra Unterwarnow nehrinin bir uzantısı gözüme çarptı. Yanımda getirdiğim atıştırmalıklar ile nehrin kıyısında kahvaltı yapmak iyi bir fikir olabilirdi, nitekim oldu da :)


2. Kröpeliner Sträße

Bu cadde boyu yürüdüğümde görmek istediğim yerlerin neredeyse yarısını görmüş oldum zaten. Şehrin en canlı meydanlarından Universitätplatz bu caddenin merkezinde bulunuyor.



3. Universitätplatz

1419 yılında kurulan dünyanın en eski üniversitelerinden Rostock Üniversitesi,  çeşitli dükkanlar, barok mimari tarzda yapılar bu meydanı süslüyor. Meydan ve çevresi öyle güzel düzenlenmiş ki, etraftaki kalabalık hiç göze gelmiyor.




4.Kröpeliner Tor

Kröpeliner Caddesi’nin en batı ucunda 54 metre yüksekliğindeki bu kapı bulunuyor. Alt katı kafe olarak kullanılıyor. Kapının hemen arkasında tarihi surlar bulunuyor. Almanya’nın diğer şehirlerinde surların kalıntılarını bulmak zor olsa da bu şehirde surların büyük bir kısmı ayakta kalmayı başarmış.




Anladığım kadarıyla şehri gezmeye başlamak için en ideal nokta burası. Ben biraz karambole gezdiğim için caddenin bir aşağı bir yukarısına gitmiş olabilirim ama ziyanı yok. :)  

5. St. Marienkirche

1200’lü yıllarda inşa edilen bu kilise Rostock’un en eski ve en büyük ve en eski kilisesi –ki bence bir o kadar güzel- olarak geçiyor. İçerisinde epey ünlü astronomik bir saat varmış ama kapalı olduğu için maalesef göremedim.





6. Neuer Mark ve Rathaus

Kilise dediğin niye kapalı olur” diye düşünüp dalgın dalgın yürürken bu meydana gelmiş bulundum. Meydanda minimal bir pazar yeri, üç beş hediyelik eşya dükkânı ve şehrin belediye binası bulunuyor. Bu meydanı benim için asıl anlamlı kılan ise Dr. Karin Weise ile bu meydanda tanışmam oldu. Karin’in kim olduğuna yazının sonunda etraflıca değineceğim için burada çok bahsetmiyorum. :)




7. Steintor ve Ständehaus




8. Kuhtor

Bu yapının Mecklenburg eyaletinin en eski şehir kapısı olduğu söyleniyor. Kapının yanında, şehrin alt kısmılarına giden bir yürüyüş yolu mevcut.  Yol boyunca çiçek kokuları da bana eşlik etti. Rostock; tam bir çiçek cenneti.




9. St. Petrikirche

1300’lü yıllarda inşa edilmiş olan bu kilise 44 metre yüksekliği ile şehrin en yüksek kilisesi. Nihayet buraya girmeyi başardım. Kilisedeki ziyaretçilerden biri     tavana asılı olan gemileri iyi incele başka yerde göremezsin” dedi ve gitti. Neden göremeyeceğimizi öğrenemesem de dediğini yapıp gemileri de inceledim. :)



Aslında gezi planımda günün yarısını Baltık Denizi’nin kıyısındaki Warnemünde’de geçirmek vardı. Ama Dr. Karin Weise ile tanışınca epey bir saati onunla geçirmiş olduk. Problem yok, şehre bir daha gitmek ve Karin’i ziyaret etmek için bir sebebim daha olmuş oldu :)

10. Dr. Karin Weise

Neuer Mark’a girdiğimde gözüme tekerlekli sandalyesi kaldırım taşlarının arasında kaldığı için gitmekte zorlanan bir hanımefendi gördüm. Kendisine doğru bakarken göz göze geldik ve gülümsedik. “İsterseniz yardım edebilirim?” dedim “evet, çok iyi olur mektup için pul almam gerekiyor, karşı caddeye geçeceğim” dedi. Giderken nereden, hangi amaçla geldiğimi, ne kadar süre Almanya’da kalacağımı sordu. Sorularına cevap verirken bir anda konu insan ilişkilerine, karşılıklı saygıya, iletişim kurabilmenin güzelliğine geldi. Farklı kültür ve dindeki insanlar ile tanışmanın kendisi için çok büyük bir zevk olduğunu, Müslümanları gördüğünde “selamünaleyküm” diyerek hitap ettiğinden bahsetti.

Ben de kendisine bu şekilde düşündüğümü, özellikle farklı yaşam ve inanç biçimlerini gözlemlemeyi sevdiğimi ancak burada çoğu kilisenin gittiğimde kapalı olduğunu söyledim. “O zaman seni Rostock Üniversitesi’nin kilisesine götüreyim” dedi. Güzel bir fırsat olabilirdi, hemen kabul ettim. Yoldayken kahve alıp üniversitenin önündeki parkta oturmayı teklif etti. Nihayetinde kahvemizi aldık ve parka oturduk. 

Kendisine üniversiteyle ilişkisini sorduğumda, Rostock Üniversitesi Portekiz Dili ve Edebiyatı bölümünde öğretim görevlisi olduğunu ayrıca İspanyolca, Rusça, Latince dillerinde de bir dönem dersler verdiğini, şimdide Ukraynalı bir aileye Almanca öğrettiğinden söyledi. Daha önce bir Polyglot ile tanışmadığımdan ve yeni bir dili öğrenme sürecinde olduğumdan dolayı benim için ilginç bir deneyim oluyordu.

 Söz konusu dillerdeki ortaklıktan, kelime kökenlerinden bahsederken konu “selam” kelimesine geldi. Neydi selam? Barıştı, güvendi. En çok ihtiyacımız olan buydu. O esnada yan bankta oturan Suriyeli Kerim ve babası da muhabbete dâhil oldu. “Selam, kalpte başlar” dedi Kerim’in babası.  “Bugün barış ve güven adına konuşulan her şey dilde kalıyor, selamın anlamını bulması için kalplerin birbirine muhabbet beslemesi gerek” dedi. Karin, beyefendiyi dikkatle dinliyor ve onaylıyordu. Ben de sessizce ikili muhabbeti dinliyordum. “Kalpler arasındaki bağ kaybolduğu için, kalbimize gerekli önemi vermediğimiz için bugün Ateizm ve alkol bu kadar yaygınlaştı” diye bir tespitte bulundu nihayetinde Karin. Düşünülesi, düşünülmesi gereken bir tespitti kanaatimce.



Muhabbet güzeldi ama yapmayı istediğim daha çok şey vardı, o sebeple planda olduğu üzere kiliseye doğru yola devam ettik. Civardaki çoğu kişi Karin’i tanıyıp selam veriyordu, anlaşılan üniversite ve kilise çevresinin bilindik simalarından biriydi. Ancak ne yazık ki bu kilise de kapalıydı. “Bir ibadethanenin neden bu saatte kapalı olabileceğini anlamıyorum?” dedim, Karin “evet, ben de üzgünüm” dedi.

Ana meydana geri döndükten sonra ayrılmak üzereyken “inşallah seni ziyarete tekrar geleceğim” dedim. Bu seferde “inşallah” üzerine bir muhabbet başladı, “ tüm işlerinize Allah’ı katmanızı çok seviyorum” dedi. Kırık Almancamla ona “inşallah”ın ne anlama geldiğini ve bende ne tür bir karşılığı olduğunu anlatmaya çalıştım.  “Harika, bunu ben de deneyebilirim” dedi.

Bir türlü veda edemiyorduk :) “Bir dahakine geldiğinde zorluk yaşamaman için evimi sana göstereceğim” dediğinde kapının önünden evinin olduğu apartmana bakar dönerim diye düşünmüştüm. Ama vakıa öyle olmadı, kendimi Karin’in evinde buldum. İlk defa bir Alman arkadaşım oluyordu ve onun evindeydim :) Güzel bir deneyim oluyordu.

 Tekerlekli sandalyede olmasına rağmen, bir şeyler ikram etti. Kitaplarından, ailesinden, eşinin ona Filistin’den aldığı hediyelerden muhabbet ederken vaktin epey ilerlediğini fark ettim.  “Evinde namaz kılabilir miyim?” dedim. “Tabii, şu örtüyü yere serebilirsin” dedi. Çantamdan cep seccademi çıkardığımda ise hayretini gizlemedi. “Çok ilginç, her yerde bunu yanında taşıyabiliyor ve ibadet edebiliyorsun” dedi. “Tabii, namazın belli bir mekanı yok, uygun olan her yerde bu ibadeti yapabiliriz” dedim. Bu sefer de şaşırma sırası bendeydi, ben telefonumdan kıbleyi bulmaya çalışırken Karin bana kıbleyi gösterdi: “Kabe bu tarafta, bu yöne doğru duracaksın” Hakikaten de doğruydu.

Namaz kılarken yanımda durup izlemek istediğini söyledi. Namazı bitirdikten sonraki cümlesi ise enteresandı:  “Tanrı’nın buraya baktığını hissettim.”

Her daim yolda olmak, yolcu kalmak duası ile…

“Dünyada sanki bir garip veya bir yolcu gibi ol”

« كُنْ في الدُّنْيا كأَنَّكَ غريبٌ ، أَوْ عَابِرُ سبيلٍ »

Buhârî, Rikak 3. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 25; İbni Mâce, Zühd 3

Bonus :)



Yorumlar

Yorum Gönder