Kendime Yazıyorum 2 (Hikmet)

Geçenlerde arkadaşlarla grup görüşmesi yaparken “Hikmet” üzerine konuştuk biraz. Vardır bunun da bir hikmeti. 


Sonrasında “Hikmet”in  periyodik olarak üzerine düşündüğüm ancak muhtevasını tam olarak kavrayamadığım bir kavram olduğu kanaatine vardım. Olur öyle arada  dönüp dönüp üzerine düşünülen ancak her dönüşte yine ve yeni düşünsel boşluklar ile nihayete eren kavramsal yolculuklar. 

-Fasit daire? Belki.


Yani demem o ki hala hikmetin neliği üzerine erişilirmiş net bir kanaat yok zihnimde. Ama belki zamanla bir şeyler netleştikçe ara ara ekleme çıkarma yaparak boşlukların hacmini bir miktar azaltabilirim. 

-boşluğun hacmi..? Peki.



*Genel olarak  kaynaklarda hikmet ile ilgili yapılan vurgu, bilgi ve eylem birlikteliği/ nazari ve pratik uyum üzerine olmuş. Marifet ve amelin ahengi gibi. 

Peki tam olarak bilginin eylemsel karşılığının nasıl olacağı meselesi muamma benim için. Bilmek, kendine dönük olarak gerçekleştiğinde (Temel Nosce) maksimum ölçüde bulmayı getiriyor kanaatimce. 

Bilmek, bulmak ve bulunmak. Bulunduğun yerin farkında olmak. 

“Kim olduğunu bilerek (1) ve nerede bulunduğunun (2) farkında olarak, bulunman gereken yönü (3) tayin etmek.” 

Bilme halini bu şekliyle bir yere kadar anlayabiliyorum. 

Peki bilginin amel boyutu? Burada takılıp kalıyorum. Bilme çabasında olunan her şeyin ameli bir karşılığı da olmak zorundaysa o halde bilmeyi mi sınırlandırmalıyım? Nazari ve amali bütünlük tam olarak neye tekabül ediyor? 

Belki bir ölçüde düşünmek de ameli bir pratik olarak değerlendirilebilir. Zira düşünmenin dönüştürücü bir etkisi var kanaatimce.( “Çok düşünme yaşlanırsın” derken düşünmenin dönüştürücü etkisine işaret ediyor olmasınlar ?!! :) )

Yani bilmenin akabinde gelen derinlemesine düşünme/ dehlizlerde kaybolma süreci de eylem kapsamında değerlendirilirse, varoluşumu şekillendirmede/dönüştürmede bilmenin etkisini anlamış olurum. Ve hikmetin barındırdığı bilgi ve eylem bütünlüğü vurgusu bir ölçüde açığa kavuşmuş olur. Aksi takdirde boş küme. 


*Bir diğer nokta hikmetin “sebep” üzerine düşünmeyi de beraberinde getirdiği gerçeği. “Bunun hikmeti nedir?” yahut “Hikmetinden sual olunmaz” derken,  sebebi kastediyoruz belki bir yerde. Yani nasıllığından öte nedeniyle ilgileniyoruz aslında varlık alanının. “Neden?”sorusu sebebin bilgisine götürüyor, sebebin bilgisi de sonucu daha açık hale getiriyor. 

Felsefe geleneğinin meşhur sorusudur; “Varlık neden yok değilde var?” Bu sorunun arka planında varlığın ilk nedenini sorgulamak kadar varlığın hikmetinin neliği üzerine bir arayışta var kanaatimce.



Varlığın ilk sebebine yani mutlak yaratıcıya ulaşıldığında varlığın hikmetini anlamak da bir ölçüde kolaylaşıyor. Kendinden Rabbine, Rabbinden kendine yapılan bit yolculuk. “Kendini bilen Rabbini, Rabbini bilen kendini bilir” vurgusu. Varlığının nedeninin yani bir yerde hikmetinin “kendini ve devamında Rabbini bilmede” anlaşılması. Çok  hoş.

    

*Ve bir başka açıdan, hikmetin bilgisi belli bir noktada parça -bütün üzerine düşünmeyi de kolaylaştırıyor. Modern dönemin parçalanmış bilim, ilim anlayışı ciddi bir dağınıklığı da beraberinde getiriyor kanaatimce. Bir şeyler yapıyoruz ediyoruz öğreniyoruz falan da “ee bu öğrendiğim koskoca varlık aleminde neye tekabül ediyor, hangi bütünün parçası” diye baktığımızda genelde o geçişkenliği ve uyumu parçalar arasında sağlamak pek mümkün hale gelmiyor. 

Sanki yapbozun birbirine geçen parçalarındaki o uyumu veren girinti çıkıntılar yok edilmiş de artık her bir parça kendi içinde bir bütünmüş gibi anlaşılmaya başlanmış. Her bir parça, kendi içinde çokça derinleştiği için, sadece ilgilenilen parçanın aranılan her şeyin cevabını vereceği yönünde bir  zanna kapılma durumu olabiliyor. Bu da aslında bir araya gelseler çok daha güzel bir birlik ve ahenk elde edecek olan parçaların anlam alanın daraltılmasına belki soyutlanmasına neden oluyor. Hikmet nazarıyla bakmak, tam da bu nokta da her bir parçaya gerektiği ölçüde ihtimam göstererek ama aynı zamanda o parçanın bütün içinde ne ifade ettiğini de gözden kaçırmayarak hareket etmeyi sağlayabilir. 

Örneğin bir orkestra düşünelim. Her bir nota, ya da enstrüman kendi içinde hoş bir sada/ duygu bırakıyor olabilir ancak onun bir de koca orkestra içinde ifade ettiği anlamı düşünelim. Belki tek bir enstrümanın sesine odaklanamayız o koca o orkestra içinde ama onun o bütünlüğe kattığı anlam o parçayı tek başına olduğundan daha ahenkli/ anlamlı hale getirir diye düşünüyorum. 

Bunu aynı şekilde hassaten günümüz akademi dünyasındaki bölünmüşlük, alanlar arasında gittikçe azaltılan geçişkenlik ve bütünlükten yoksunluk üzerinden de yorumlayabiliriz. Konu her ne olursa olsun meseleye hikmet nazarıyla bakmanın daha kuşatıcı ve bütünleştirici bir yanı olduğu açık.


*Son olarak Maturidinin Hikmet yorumunu da paylaşmak isterim. “Hikmet, her şeyi kendi hakettiği yerine koymak, bir şey gerçekte ne hal üzereyse onu o hal üzere bilmektir” diyor mealen. Bunu bir taraftan şöyle anlıyorum: Eşyaya hakkını vermek. Varlığın künhüne hâkim olmak. Varlığın her zerresine hikmetle hükmetmek. Varlığın her zerresini varoluş gayesine uygun biçimde muamele etmek ve o şekliyle anlamaya çalışmak. Fıtrata ve oluşa her yandan yapılan müdahalelere karşın, varlığı fıtratı üzere anlamak.


Diğer taraftan birey ve topluluk/cemaat dengesi üzerinden düşündüm biraz bunu. “İslam bireyselciliği reddeder bireyi değil” demişti Atasoy hoca bir görüşmede.  Eşyayı hakettiği yere koymak derken ( o bahsettiğim orkestranın bir parçası olmak gibi) her bir bireyi içinde bulunduğu topluluktan soyutlamadan ancak bireyin kendi ölçüsünde bir gerçekliği ve anlamı olduğunda göz ardı etmeden hareket etmeyi anlıyorum. Bana öyle geliyor ki, birey kendini anlamlandırdığı ve keşfettiği ölçüde o bütünün içerisinde bir ahenk oluşturabilir. Dolayısıyla bütünün içerisinde hangi manayı taşıdığını bilmeden, sevgili İsmet Özelin deyimiyle “hangi suyun sakası olduğunu bilmeden” varlık dairesindeki veya daha özelde bir topluluk içerisindeki keyfiyetin hikmetini anlamak da mümkün hale gelmez diye düşünüyorum.


رَبِّ هَبْ ل۪ي حُكْمًا وَاَلْحِقْن۪ي بِالصَّالِح۪ينَۙ

(Rabbim! Bana hikmet ver ve beni iyiler arasına kat. (Şuara/83




26.5.23/Berlin

S.R.S

Yorumlar

  1. Nedendir bilmiyorum, bunu okuyunca aklıma rahmetli Nuri Pakdil vefat ettiğinde sizinle yaptığımız o sohbet geldi. O zaman Fatiha.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder