Kendime Yazıyorum 3 (İnsanın Dört Zindanı)


 

Uzun zaman önce okuduğum kitaplara göz atarken rahmetli Ali Şeriati’nin “İnsanın Dört Zindanı” adlı kitabı geçti elime. Bu sefer okurken aklımda kalanları özetlemeye karar verdim. Zira yıllar önce okuduklarımdan aklımda belli bir kaç nokta dışında pek de bir şey kalmaması üzücüydü.

Haydi başlayalım.

Üstad, insan ve beşer ayrımı yaparak başlıyor sözlerine.  Beşer, var olandır ; insan ise olma halini sürdüren. Varlık olarak var olan beşer, mahiyetiyle anlam bulduğunda insan olmuş oluyor, diyor özetle.

Peki beşer ve insan ayrımını hangi noktalarda görüyoruz?

1.Bilinç: İnsanın kendini bilmesi. Kendini bilen Rabbini bilir zira. Tüm kadim medeniyletlerin bu bilme haline olan vurgusu dikkate nazır bir mesele burada. (Bkz. Temet Nosce ya da من عرف نفسه فقد عرف ربه)

2.Seçme: Yani irade bahsi. İnsanın determinist yasaların çoğuna rağmen seçebilme iradesinin oluşu aslında onu insan yapan yönü. İnsanın cenetten çıkışıyla başlayan oluş sürecinin ilk aşaması İsyan’dı. Bu nokta önemli zira bir irade beyanıydı bu. Hulâsa insan özgürdür ve öyle kalmalıdır, diyor Üstad.

3.Yaratma: Bu tabiattaki yalnızlığının idraki ve bir biçimde uyum girişimi insanı sanat ve sanayi gibi yaratıcılığını göstereceği alanlara itmiştir. Tabiattaki zorluklar veya eksiklikler ancak insanın bu yaratım gücüyle aşılabilir duruyor.

Diğer bahse geçmeden söylemek de fayda var. Aslında bu üç nokta insandaki Tanrısal parçacıklar aynı zamanda. Sonsuzluğa dönük yüzümüz. Çok hoş.

Ancak insanı bu sonsuzluğa dönük yönünde, beşerlikten insan olmaklığa giden yolda bazı engeller bekler. Buna “insanın dört zindanı”adını verir üstad. 

Nedir peki bu zindanlar?

1. Tabiat: İklim , coğrafya, doğa yasaları gibi pek çok gerçeklik özü itibariyle insanı şekillendiren temel noktalar. İçinde yetiştiğimiz bölgenin, havası, suyu mevsimleri dahi karakter inşasında büyük önem arzeder. Yahut yer çekimi. Bulunduğum alandaki hareketim dahi bir yasaya bağlı. Bu ve benzeri pek çok nokta, aslında insanın tabiata bağlılığını ortaya koyuyor. Bir biçimde tabiatın tutsağı gibi görünüyor. 

Peki neyle çıkar insan bu zindandan?

Teknolojiyle/bilimle. Bugünün gelişmiş teknolojisiyle artık tabiat şartları büyük ölçüde yaptırım gücünü yitirmiş görünüyor. Yer çekimine muhalif onca araç (uzay araçları, uçaklar vs)  geliyor akla, örneğin. Ya da bambaşka iklimlerin bir biçimde birbirlerine entegre edildiği gerçekliği söz konusu.

2. Tarih: “Bizim bugün üzerimizdeki elbise tarih tarafından yüklenmiştir” diyor Üstad. Dilim, ülkem, çeşitli hamasetlerim, milliyetçi dürtülerim vs. Aslında benim seçimin olmayan bir miras, daha ben doğmadan beni kuşatmış oluyor. İyisi ve kötüsüyle. 

Peki bu Historizm saplantısından nasıl çıkarız?

Tarih felsefesi ile. Tarih biliminin tanımakla , zamanın yani tarihin hareket yasasını keşfetmek ve kavramakla.  Bana aktarılan her şeyi gözden geçiriyorum,  beğendiğim şeyleri bilinçli olarak seçiyorum; beğenmediklerimi, geleneksel ve kalıtsallaşmış düşünceleri def ediyorum.  Bu vesileyle kendimi,  dinimi, toplumu ve ahlakımı yeniden idrak ediyorum.

3.Toplum: Her toplumun bir kalıbı vardır ve her birey bu kalıplardan birinde doğar ve yetişir. Genelde insan değil, toplum seçer. 

Elalem ne der?” putu geldi şuan aklıma. Çok komik çok. Kendini keşfetme yolculuğundaki ilk adımı dahi toplumdan çekindiği için atamamış nice insan tanıyorum. 

Peki Toplum zindanı için önerisi ne Üstadın?

Sosyoloji ilmi. 

Eğer insan toplumu ve bilimsel yasaların tanırsa toplumun eseri olmasına rağmen onun esiri olmaktan kurtulur… Kendisine yüklenen toplumu ve toplumda kendisinin insani özelliklerinin oluşmasında etkili olan faktörleri değiştirebilir ve  istediği sosyal, siyasal ve hukuksal düzeni toplumuna yerleştirebilir” diyor üstad.

Ve gelelim en can alıcı zindana.

4. Kendim: Bugün tabiat, tarihi ve toplum zindanından kurtulan insan boşluğa düşmektedir. Bugünün insanı “ne yapacağına” dair herzamankinden çok güce sahiptir ancak “ne yapması gerektiğini” her zamankinden daha az bilmektedir.  Bu zindanın duvarları etrafımızda değildir, görünmez. Bu öyle bir zindandır ki onu kendimizle birlikte taşırız, bundan dolayı bu zindana dair bilinç ve tanıma hepsinden daha zordur. Burada tutsağın kendisiyle zindan birdir!”

Aslında bakıldığında görülür ki, insan günlük ve maddi ideallere onlara erişemediği sürece değer verir, erişince de boşlukta anlamsızlığa düşer . O halde kanaatimce diyebilirz ki;  insanın ideali o kadar yüce olmalıdır ki, asla bir noktada durmasın’ bir yere bağlı kalmasın. Yoksa bu ideal, duraksar ve bu duruş da anlamsızlık abes ve boşlukla sonuçlanır.

Peki neyle çıkar insan bu zindandan?

Üstat mantık dışı görünen bir yöntem öneriyor burada. Mantık dışı ve can alıcı. İnsan ancak ve ancak “aşkla” çıkar bu zindandan. 

Aşkın tanımını ise şöyle yapıyor: Aşk, her türlü çıkar ve yararıma rağmen kendi hayatımı ve maslahatlarımı başkalarının var olması uğruna feda etmemdir.

Bir başka şekliyle “isâr” diyebiliriz buna. İsar, bireyin insanın başkasını kendisine tercih ettiği bir aşamadır. 

Sonuç olarak diyebiliriz ki;  tabiat- tarih ve toplum zindanından çeşitli  bilim formları ile kurtulabilen bilinçli insan,  dördüncü zindan olan “kendi/ben zindanından” ancak aşk ile kurtulabilir!

Rahmetli Erdem Bayazıt’ın Aşk Risalesi şiirinden bir alıntıyla bitirelim: 

Haydi gel sevgilim

Bir daha deneyelim

Bir kere daha kesmek için yolunu kalabalıkların

Yüreğimizden, gönlümüzün derinliğinden

Vermek, hep vermek için

Çünkü dağıttıkça çoğalır bizim zenginliğimiz

Aşkın bir adı da berekettir

En iyi anlatandır o

Hıra’da bir mağarada

Gözden döküleni

Gönülden geçeni.


S.R.S

08.09.23

Zürich


Yorumlar