Yolda olmanın bir
bulma hali olduğunu bilmiyordum, yola çıkmaya niyet ederken. Meğer yolda
olmak bulmakmış; hayreti, acziyeti, hüznü, fark edişleri, havf ve recayı... Bazen hatta
çokça bazen arada kalmakmış. Yol ayrımlarında uzunca beklemekmiş. Ne kadar hesap
edersen et, hangi yönün en iyisi
olduğunu asla öngöremeyeceğini bildiğin halde, yine de yön işaretlerinin
gölgesinde gökyüzüne bakarak uzun uzun beklemekmiş.
Yoldaki tabelaların kendisinden emin olunan bir akıbeti garantilediğini savunan benliklere rağmen, gökyüzüne bakarak yürümenin –taşlara takılıp düşmek pahasına- bugün olmasa da bir gün daha hayırlı bir akıbete ulaştıracağına dair olan inancı sürdürmekmiş.
Belirsizlikler, bekleyişler, anlaşılmazlıklar yolun romantik olmayan yüzüymüş. “Artık anlatmak değil, anlaşılmak istiyorum” dediğinde daha da çok anlaşılmamakmış bazen yolda olmak.
Bu ne yolu ne yolcuyu
ne de yolun sahibini anlamsız kılar elbette. Sadece yolda öngörülemeyen
engebeler olduğunu ve bu engebeler için aslında pek bir hazırlığın ya da
tecrüben olmadığını ilmek ilmek hissederek yaşamakmış yolda olmak. “Bu yolda
daha önce engebeleri aşmış bizden biri yürümede mi?” sorgulayışlarının her
defasında yine sana aks edeceğini bilmekmiş yolda olmak.
Yolda yalnız olma
fikrinin o büyüleyici ve tedirgin edici yönünü aynı anda tecrübe edip, havf ve
reca arasında saniyeler içerisinde gidip gelip, geçmiş ve geleceği o en derin anda
mezcedebilmenin adıymış yolda olmak.
Kimliğin,
mahiyetin, varlığın ve var olma halinin her an yeniden inşaya ve değişime hazır
bir zemin olduğunu konfor alanına bir daha geri dönmeme pahasına fark etmekmiş.
Sancılı fark edişlerin, bir diğer adıymış.
Düşünce ve duygu sarmalı
arasında bir damla gözyaşının bile hesabını ve zamanlamasını yapmakmış yolda
olmak. “Gözyaşını ertelemek” çılgınca geliyor kulağa ilkin. Ama yol en çok da
bunu öğretiyormuş.
Varlığın evrensel
çağrısının tınısına kulak verememiş benlikler karşısında “sükut suretinde”
kalabilme halinin her an muhafaza edilme çabasıymış. Üstadın “sükut suretinde,
sesin çok daha koyu düşeceğine” dair olan telkinini her an yeniden anımsama
çabasında olmakmış.
Fiziğin
metafiziği yuttuğu bir vasatta, anlaşılmayacağını bildiğin halde “anlam” sorgulayışını
sürdürebilme çabasıymış.
Çokça konuşurken
aslında ne kadar da çok sustuğuna hayret etmekmiş. Konuşurken susar mı insan canım?
Evet, susar. Halihazırda olduğu gibi.
S.R.S
7.12.22
Berlin
Yorumlar
Yorum Gönder